25 Haziran 2016 Cumartesi

20 ekim 2012 Damadımın Yazısını Tekrar Baylaşmak İstedim

büyük kızımın eşi damadım bir dergi için  yazmış ...izin isteyerek sizlerle paylaşmıştım yıllar önce ...şimdi tekrar etmek istedim...beni okurken düşündüren ve  boş geçen günlerime yıllarıma üzüntü duyduğumu anımsatan makale: ...okuyamayan ve tekrar hafıza tazelemek isteyen canlarıma ramazan hediyesi olsunmu:))))))))sizinle özel bir gerçeğimizi de anlatmak istiyorum belki kız evladı olanlara ...ve oğlu olan analara evlat yetiştirmede doğrulukta örnek olur diyerek damadımın doğruluğunu anlatmak istiyorum... Eşimle aramızda hakkında konuşurken yaşı küçük icraatları ve aklı büyük derim... RABBİMİN nazarı üzerlerine olsun...damadımız ilk bizimle tanışmaya geldiğinde nasıl bir kişiliği olduğunu bize bizde kızımızı açıkca ona anlattık ve kızımıza talip oldu evlendiler RABBİME şükür bu güne kadar hiç bir şekilde ne bize nede kendi AİLESİNE tatsız bir kelimeleri ulaşmadı...kendisinin anlattığından farklı bir kişiliği olmadı, şimdiye kadar da öyle geldiler... dilerim mevlamdan evlatları da kendileri gibi olurlar...biz damadımızdan razı olduk YARADAN ALLAHımda kendinden ANNESİNDEN BABASINDAN razı olsun evlerinde yavrularımın huzurları daim olsun 

İNŞALLAH

(tabiki benim kızlarımda evlerine bağlı edep haya içerisinde eşler ve anneler inşallah ...ALLAH herkesin yavrularıyla beraber benim  

kızlarımında yollarını açık aydınlık eylesin (AMİN)

BOŞ VAKTİMİZ YOK AMA FARKINDA DEĞİLİZ…



Dilimizden eksik olmasın tekbirler, tesbihler, tahmidler, tehliller…
Bize şahdamarımızdan daha yakın olandan bizi uzaklaştıracak o kadar çok şey var ki… Bizi girdap gibi içine çeken günün sabahına kalktığımız andan itibaren başlıyor kovalamaca…  Oyalamaca oynuyoruz kendimizle. Kaçıyoruz bir şeylerden, belki de yetişmek istiyoruz çok şeylere…
Elimize değen, gözümüze ilişen şeyler ekseriyetle talan ediyor safi havamızı… Surda açılan gedikten giren rüzgar, uyuşturduğu için beynimizi, neyin bizi talan ettiğini de anlayamadık…
Kanıksadık…
Olmaması gerekenler, olağan gelmeye başlamıştı bir kere…
Her eve bir şeytan, her sokağa bir yardımcısı bekçilik yapıyordu gece gündüz…
Çocuktuk, İslam fıtratı üzerine doğmuş, bir dönemi öyle geçirmiştik…
Büyümek, memuriyet gibi vazifeler yüklüyor elimize, dilimize, gözümüze, kulağımıza, ayağımıza. Ancak biz onların ne yapmaları gerektiğini unuttuk… Onlar için dua etmedik…
Aleyhimize şahitlik edecekleri günün korkusuyla yanmadık, yanıp yanıp ağlamadık…
Güne galip başlıyoruz, güle oynaya kazanacağımızı zannediyoruz… Çoğu zaman kaybediyoruz…
Gece yatsı namazı, ardından sabah namazı ile temizlemeye çalıştığımız kalbimize kendi ellerimizle çer çöp yerleştiriyoruz…
Farketmiyoruz, daha doğrusu fark edilmesi gerektiğini dahi unutuyoruz…
Kimbilir kaç kez geçtik bu yoldan, işe-okula giderken…
Kimbilir, kaç kez bindik aynı arabaya, otobüse bu güzergahtan geçerken…
Ve kimbilir kaç kez doldurduk o boş lakırdılarla, şarkılarla, türkülerle dilimizi, kulağımızı…
Malayani ile dolu dilimiz, şarkılarla gümbür gümbür patlayan kulağımız, emir kulu iken ve ahirette kendi yaptıklarını bir bir anlatacakken, ellerine verdikçe veriyoruz kozları…
Kaç kez aklımızı dağıtmak istedik, dilimize saçma sapan terennümler yükleyerek…
Zımbırtılardan, tıngırtılardan, lakırdılardan, çalgılardan, çengilerden soyutlanıp da bebeklikteki gibi bir saflığı dilimize yükleyemediğimiz hayli zaman oldu…
Havadan kir kapan zihnimizin, dilimizi hayrın dışında dolaştırmasına karşı çıkmamız gerektiğini anlamalıyız artık...
Yanlış söz söylemek kadar, boş söz söylemenin de hata olduğunu görmeliyiz…
İsraf etmekten kaçınmalıyız kelimeleri, nefesimizi…
Boş vakti olmaz müslümanın, boş anı olmaz…
“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) 'Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”(Al-i İmran, 191)
 Yolda yürürken, otobüs beklerken, kuyrukta dinelirken, uçarken, kaçarken… Dilimizden dökülen tekbirlerin, kalbimizdeki putları İbrahim (a.s.)’ın baltası gibi kırdığını hissetmek ne güzel şeydir halbuki…
Sıradayken, gemideyken, bisiklete binerken, dolmuşa el ederken, minibüsteyken… Her bir ‘Lailahe illallah’ lafzı ile Bilal-i Habeş’in üzerinden o sıcak kayayı kaldırmanın ferahlığı ne de güzeldir…
Gezerken, etrafı izlerken, kuşları beslerken, yatarken, kalkarken… ‘Subhanallah’ diyerek, yaratanın şanını yüceltmek, kalbe ne kadar da serin bir esinti verir…
Çay içerken, su isterken, yemek beklerken, volta atarken, tespih sallarken, hoplarken, zıplarken… Görmenin, düşünmenin, dokunmanın, söylemenin, nefes alıp-vermenin lezzetini her an hatırlatan ‘hamd’ ne kadar da asil bir kelimedir… 

Hz. Ayşe (ra) validemize “Peygamberimiz (sav) boş kalınca ne yaparlardı?” diye sordular. Cevaben “Her zaman zikrullah ile meşgul olurdu” dediler…

Rabbimiz her daim hamd etmeyi nasip etsin inşallah....
Bugün sizinle büyük damadımın bir yazısını paylaşmayı istedim....


5 Haziran 2016 Pazar

MÜBAREK RAMAZANINIZ HAYIRLI OLSUN ......RABBİM GÖNLÜNÜZE KALBİNİZE GÖRE VERSİN:)))(AMİN)







cümlesi çok güzel bir cümle  öyle değil mi tatlı canlar...inşallah bu cümlenin iyi niyetli muhatapları olalım...ve ben çok kullanan bir insanım ...kendim hasetlik fesatlık  bilmem ve dahası herkese hayır dua ile konuşan birisi olarak ...bana:    (ALLAH gönlüne göre versin denildiğinde)
                 cevabım hazırdır efendim:)))kocaman bir amiiiinn derim...
  MÜBAREK RAMAZANIN hepimiz için hayırlara vesile olmasını cenabı ALLAH tan niyaz ederim.........Rabbim gönlümüze sevgi muhabbet ferahlık adalet evlerimize bereket huzur versin...ve  RABBİM GÖNLÜNÜZE GÖNLÜME GÖRE VERSİN gönül rahatlığıyla amin diyenlerden olalım İNŞAALLAH...sevgilerimle... dualarda buluşalım efendim:)))))
                                       
                                              Fİ  EMANİLLAH...